

99
Dönelim tekrar TOFAŞ SAS’a. ‹lk başlarda hedef kısıtlı bir bütçe ile basketbolda I.Lig’de
orta sıralardan yer almaktı. Yabancı oyuncu alamama en büyük sıkıntılardan bir tanesiydi.
Yani ne yaparsan yap, madem altyapın da var, altyapıdan adam yetiştir. Onlarla oyna,
yabancı oyuncu filan alma, politikası baskın çıkıyordu o 80’li yılların başında. Şu anda ben
dönemi hatırlamıyorum ama zannediyorum ki Cihangir’lerin filan oynadığı dönem. Zeki’nin,
Cihangir’in oynadığı dönemler Amerikalısız, yabancısız dönemlerdi.
Bu dönem de aşıldı. Yavaş yavaş ekonomik kriz de arkada kalmaya başlamıştı. 1988-89
yılları idi. Yabancı oyuncu transfer etme birkaç yıldır projemizin içindeydi. ‹şte tam bu sırada beni
üzen olaylardan birincisini yaşadım. Hem de daha üst seviyede bir şeyler yapalım havasının
estiği dönemin ilk yılında 1988-89 sezonunda I. Lig’den II. Lig’e düştük. Hem de iyi bir antrenör
(Önder Seden) bulduğumuzu umduğumuz; şube kaptanlığını değerli arkadaşım Fabrika ‹malat
Müdürü Osman Mete Altan’ın yaptığı, I.Lig’de ilk yabancı basketbolcumuzu Osman Beyle
Önder Bey’in birlikte Amerika’ya giderek seçtikleri, Efe’nin transfer edilip ilk oynadığı senede
düşüverdik kümeden. Bu düşüşün hikayesi de çok dramatiktir. Fazla detaya girmek istemiyorum
ama bahsetmeden geçemeyeceğim. Ligin son maçını Beykoz ile oynadık ve kazandık. Biz
düştük Beykoz ligde kaldı. Aslında daha önceki maçlarda yönetmeliklere aykırı bir sporcu
oynatmıştı. Hükmen yenik sayılması gerekiyordu o maçta. O takdirde puanı düşüleceği için
ligden düşecekler, biz kalacaktık. ‹tirazımızı zamanında yapmıştık. Ama federasyon dikkate
almadı. Lig bitimi Nedim’le birlikte kapsamlı bir dosya hazırladık. Ligde kalma hakkımızı
istiyorduk. Bu hazırladığımız klasörde TOFAŞ’ın spora yatırımlarını vs. anlatıyorduk. Nedim
ile birlikte kapı kapı dolaşıp Spor Bakanlığı dahil ilgili bütün spor camiasına dağıttık. Netice
alamadık. Sonradan mahkemelik olduk. Uzun yıllar sürdü. Kazandık ama iş işten geçmişti.
Üstüne bir bardak su içtik.
Ertesi sene II. Lig’de şampiyon olarak I. Lig’e geri döndük. Artık ekonomik trend yükselişe
doğru gidiyordu. Buna paralel olarak bütçemizde de belirgin bir rahatlama vardı. Daha
iyi transferler, daha profesyonel bir yönetim (1994’te Efe Aydan, sonrasında Coşkun
Teziç basketbolun yönetiminde yer aldı.) tarzı ile adeta 1998-2000 yıllarının başarılarına
hazırlanıyorduk. Nitekim 90’lı yılların başlarında ilk kez Avrupa’da oynama hakkını (Koraç
Kupası) kazandık. Türkiye Kupası’nı kazandık. Nihayet Koraç Kupası’nda finali oynadık. ‹şte,
ikinci üzücü olayı da burada yaşadım. Sanıyorum 1996-97 sezonu idi. Yunanistan’ın Aris
takımını 11 sayıyla yendik. Döndük, kendi evimizde Bursa’da 18 sayı ile yenildik.
Çok dramatik oldu. ‹lk maçtan sonra kendimizi kupanın sahibi görüyorduk. Bütün basketbol
severler üzüldü. Çok tenkitler ve sitemler aldık. ‹ki maçı alacağız düşüncesiyle Bursa salonunu
şölen yerine döndürdük. Havai fişek gösterileri hazırlamıştık. TOFAŞ lokalinde 300 kişilik
bir kokteyl davet hazırlamıştık. Maç sonucu öyle olunca herkes üzüntü içinde evinin yolunu
tuttu. Lokaldeki davete ne rakip takım, ne Bursa devlet erkanı, ne medya, kimse gelmedi.
Sporun cilvesi galibiyet de var, malubiyet de. Bir takım kazanacak, kaybeden de yenilgiyi
kabullenecek. Yapacak bir şey yok. Mazeret aramaya kalkınca bulunur. Yugoslav oyuncu
Samir Avdic’in oyunun başlarında sakatlanarak maça devam edememesi, Amerikalı Rashard
Griffith’in hastalıktan sahada verimli olamaması gibi. Ama bu mazeretlere sığınmanın anlamı