

103
da TOFAŞ’ı ve Türk Basketbolu’nu motive edici, teşvik edici sözler söyledi.
1994 sonrası Jan Nahum Bey TOFAŞ Şirketi’nin başına geçtikten sonra spora da çok önem
verdi. Az sonra ona da değineceğim. Ama önce onun vizyon sahipliğine de örnek olan ve
saptanan hedefe nasıl planlı bir takım ara hedefleri gerçekleştirerek gidildiğine örnek teşkil
eden TOFAŞ SAS isminden SAS’ın kaldırılması konusuna kısaca değinmek istiyorum. Jan Bey bu
konuyu açtı; ‘Yenilenmemiz gerektiğini bunun için yeni bir logo çizdirmemizi, mevcut logonun
çok statik olduğunu, hareketli, canlı, çağdaş bir logoya ihtiyacımız olduğunu, hatta SAS isminin
de artık kaldırılmasını’ istedi. Bu son konuya ben itiraz ettim. TOFAŞ Spor Kulübü’nün resmen
kuruluşunda o zamanki SAS Kulübü’nün önemli rolü olduğunu, Bursa’da muhtemel bir reaksiyonla
karşılaşmayacağımızı söyledim. Ben pek arzulu değildim. Sanki vefasızlık edecekmişiz gibi
bir duygu içindeydim. Avni Çakır Hoca’nın, Selçuk Acar Hoca’nın alınacaklarını, reaksiyon
göstereceklerini biliyordum. Jan Bey’i ikna edemedim. Bana ‘Ersinciğim.’ dedi. Yalnız bana
değil, bir konuda ısrarlı ve kararlı olduğunu belirtmek istediği zaman herkese böyle hitap
ederdi.
‘Biz SAS’a görevimizi yaptık. Kaç sene oldu. 20 yılı geçti. Vefasızlık olmaz.’
dedi.
Böylece hem SAS ismini kaldıracak resmi girişimlere, hem de logoyu değiştirecek çalışmalara
başladık.
Aynı günlerde kulüp yönetiminde bir reorganizasyona gitmemizi, kulübün hedeflerinin
büyütülmesi gerektiğini bizzat kendisi bana iletti.
Jan Bey o sıralarda Genel Müdürdü. Hemen kısa bir süre sonra CEO görevini üstlenmişti.
Ufku geniş, vizyonu ve karizması olan bir yöneticiydi. Çalışanlarını mükemmel motive eder,
mükemmel aktive ederdi. Dünyada o sıralarda meydana gelen sanayi, endüstri yönetim
tarzlarındaki değişikliklere paralel sporda da aynı gelişmeleri istediğine ben bizzat şahit oldum.
Bir CEO sabah 8.00 veya 8.30’da büroya daha yeni girdiğimde ilk aldığım telefonda karşıma
çıkıyor ve
‘Dün neden yenildiniz
?
’
diyorsa bu sporu da işinin bir parçası olarak kabul ettiğini
gösterir.
‘Sen maça gittin mi
?
’
sorusuna ‘Gitmedim.’ diye cevap vermek cesaret isterdi. Bu
cevabın arkasından hemen şöyle bir yorum gelirdi:
‘Neden gitmedin
?
Böyle önemli bir maça
gidilmez mi
?
Takımın başarısızlığına neden olmuş olabilirsin.’
gibi. Belki aynı kelimelerle
değil ama mealen, söylemiyle, anlatımıyla bunu hissettirirdi. ‹şte böylesine yakın takipçiydi.
Eğer bir CEO bu kadar ilgileniyorsa, mali imkanları da veriyorsa bu, marka konusuna verdiği
önemden ileri geliyor. Başarı da otomatikman geliyor o zaman! Zaten son yılların başarıları
ona bağlıdır. Gerçi başlangıçtan beri kurumsallaşma vardır. Sağlam temeller vardır. Bu sağlam
temeller, çağdaş bir yapı ve düşünce ile sağlamlaştırılmıştır.
Bu son reorganizasyon ile kurduğumuz yönetim kadrosu ben ayrılıncaya kadar devam etti.
Efe Aydan, Atilla Çakmak, Coşkun Teziç ve sen Murat Kuter. Hep beraber ahenk içinde
çalıştık. Zaten başarılar tek bir kişi ile gelmez. Jan Nahum’dan, Nezih Olcay’dan malzemeci
Recep’e kadar bir ekiptik. Kurumsal bir anlayış ve çalışma tarzı içinde zaman zaman üzüldük.
Ama hep birbirimizi başarı için iteledik.
Artık sonu gelmişken, kulübün kuruluşundan bügüne desteklerini esirgemeyen iki gruptan
söz etmeden, onlara teşekkür etmeden bitirmek vefasızlık olur. Bu gruplardan biri; Bursa yerel