Previous Page  134 / 226 Next Page
Information
Show Menu
Previous Page 134 / 226 Next Page
Page Background

133

Daha ucuza yapılabilir miydi

?

Belki yapılırdı. Bu kadar oyuncu almadan takım neticeye

varabilir miydi

?

Belki varabilirdi. Ama işin sonunda o şampiyonluklardan 3-4 yıl önce yönetim

kurulu başkanımızın

‘Bu takımı ya bir yere getirin, ya lağvedin’

dediği noktadan hareket

ettik. Bu bize verilen bir hedefti. O gün lağvedebilirdik! Bir idareci 20 yıldır yaşamış, Avrupa

Güreş Şampiyonluğu kazanmış bir spor kulübünü kolay kolay lağvedemez.

‘Ya şampiyon

yapın ya lağvedin’

dendiğinde

‘lağvediyorsanız o zaman şampiyon yapamıyorsunuz’

de-

mektir. Bu önünüze konmuş bir hedefi yerine getiremeyeceğinizi baştan kabul ediyorsunuz,

demektir. Dolayısıyla bir seçiminiz yok.

Sayın ‹nan Kıraç bana böyle dedikten sonra ben o takımın şampiyon yapılması için gereken

gayreti ve desteği vermek durumundayım. Ben,kulübe sadece destek vermedim. ‹çselleştirdim.

Şirket politikası haline getirdim. Bizim evde bir hayat tarzı oldu bu.

Koraç Kupası serüvenimizi çok iyi hatırlıyorum. Yunanistan’da Aris’i 11 sayıyla yendik. Final

maçı Bursa’da… Bütün Bursa süslenmiş… Her şey hazır. Aris’i Yunanistan’da yendikten sonra

Türkiye’de yenilmemiz söz konusu değil!. Tüm Bursa kilitlenmiş vaziyette. Bakanlar gelmiş…

Sayın Vali gelmiş… Ve maçı 18 sayıyla kaybetmiştik. Müthiş bir hayal kırıklığı. Tabi tüm bunlar,

yaşadıklarımız insana bir ders. Spor bu, bunlar tabii ki olabilir!..

Çok iyi hatırlıyorum. Eve döndüğümde şunu gördüm. Çocuklardan hiçbiri okula gitmemiş.

Bana küskünler, konuşmuyorlar. O kadara çıkan bir aile hissi. Hala hisleniyorum onu konuştuk-

ça. Neyse…

Takım çok fazla popüler oldu. Bana biri sorsa. Böyle bir neticenin alınabileceğini, bu kadar

popüler olunabileceğini, bu kadar gündemi çalacağını beklemediğimi söylerdim. Bunu kabul

edelim.

O günlerde TOFAŞ’ın ekonomik durumu zordu, buna rağmen biz bu takıma çok önemli

bütçeler harcıyorduk. Öyle bir yere gelelim ki Türkiye’ye damgamızı vuralım diye düşünmüştük.

Birinci hedefimize ulaştık. Peş peşe bütün kupaları kazandık.

Şimdi mesele Avrupa’ya çıkmak, Türkiye’yi Avrupa’da temsil etmekti. Esas tüketicinin bize

döneceği, bizi bağrına basacağı, Türkiye’yi temsil etiğimiz için bir simge olduğumuz, bir milli

değer olduğumuza inandırdığımız dönem olmalıydı. O döneme gitme başlamıştı. Ama bir

taraftan da çok popüler olmuştuk. TOFAŞ artık o günlerde kamuoyunu çok daha fazla meşgul

eder olmuştu. Sanki grup içinde antipati yaratmaya başlamıştı. Mesela Arçelik’in voleybol

takımı vardı. Ama bizim basketbol takımının popülaritesi, tanınırlığı, TOFAŞ ile bağdaşması

Arçelik takımını çok gölgede bırakmıştı. Basketbol da spor olarak popüler olmuştu. Voleybolun

önündeydi.

Bir taraftan ciddi para harcanıyordu.

‘Doğru mu, değil mi

?

diye tartışılabilirdi. Fakat marka

her şeyin önünde. Marka, isim, kurum tanınırlığı inanılmaz derecede önemli.

Bakın bir Starbucks’a. Starbucks marka bilinirliği ile kahveyi belli bir şekilde sunuyor. Volk-

swagen markasının başka markalara göre konumuna bakın… Her şey marka olmak, marka