

74
veya ana aktörlerden biri benim. Neden
?
Çünkü spor benim hayatımın bir parçasıydı. ‹lkokul
yıllarından itibaren sporla çok aktif olarak ilgilendim. Ortaokullararası ‹stanbul Şampiyonu olan
takımda pasör olarak voleybol oynadım. ‹kinci sene takım kaptanıydım. Dolayısıyla kendimi bir
voleybolcu olarak gördüm. Sonra basketbolla tanıştım. Galatasaray’da genç milli oldum. Yani
gittiğimiz her yerde sporla ilgilendim. Benim Mardin’in Midyat kazasında askeri öğretmenliğim
var. Orada da spordan kopmadım. Ardından Sinop’ta altı yıl Amerikalılarla çalışırken hep
sporun içindeydim. Sinop gençlerinden oluşan, Sinop Basket Takımı’nı kurduk. Sinop’ta
basketbol ajanı (il temsilcisi) oldum. Her gittiğimiz yerde basketbol ajanı (il temsilcisi) oldum.
Dolayısıyla her yerde sporla ilgili bir şeyimiz oldu.
1970’de TOFAŞ’a geldiğimiz zaman, gene çok büyük bir heyecanımız vardı. Çünkü
hayatımızda ilk defa bir otomobil fabrikasının kuruluşunda rol alıyorduk. Hepimiz gençtik ve
yepyeni bir endüstrinin içinde bulduk kendimizi. Hafta sonlarında piknikler yapıyor,geziler
düzenliyorduk. TOFAŞ’ın ilk yıllarında hiçbirimizin otomobili yok. Dolayısıyla bir yerden bir
yere gitmek için toplu hareket etmek gerekiyordu. O sebepten de insanlar çok yoğun bir hafta
içi çalışmadan sonra, hafta sonu pazar günü bir şey yapmak istediğinde TOFAŞ’ın imkânlarıyla
bir otobüs buluyorduk. Etraftaki deniz ve sosyal alanlara gidiyorduk. O sıralarda, böyle gidip
gelmeler, arkadaşlıkları, ciddi dostlukları doğurdu. Bir fabrikanın o kendine ait teknik ve
yönetimsel resmi ilişkilerinden farklı bir muhit oluştu. Çünkü çoğumuz Bursa dışından gelmiştik.
Bursa’nın yabancısıydık. Bursa’da köklü ilişkilerimiz yoktu. Biz adeta garip bir şekilde, bir
TOFAŞ ailesi oluşturduk. Baktık ki içimizden sporla ilgili bir ortak tarafımız var. Kimlerdi onlar
derseniz, şimdi hatırlıyorum. Nedim Karakaş’tı mesela. Kimler vardı, Murat Kaçar doktorumuz
ve bunun dışındaki pek çok arkadaş. Bunların tek ortak tarafı, TOFAŞ’ta çalışıyorlar ve sporu
çok seviyorlardı. Spor dedikleri zaman akan sular duruyordu. Ve herkes de çok genç. Yani
hiçbirimizin yaş seviyesi diğerinden çok yukarda değildi. En yaşlısı bendim. Ben de otuz
yaşındaydım. Dolayısıyla böyle bir tablo vardı. Bursalı değil, yabancı… Bursa’nın yabancısı…
Bu sportif ortak ilgi beraberinde hem fabrika içi turnuvaları, hem de fabrikalar arası turnuvaları
getirdi. Futboldu, basketboldu, voleyboldu… Böylece spor boş zamanlarda konuşulur, söyleşilir
oldu. Sosyal muhitimiz birbirimizin içindeydi. Ev ziyaretleri de yapıyorduk. Gel zaman git
zaman… Bir gün Koç Holding’in avukatlarından Bilgin Özsun ile Gemlik’te Boksör’de akşam
yemeği yiyorduk. Sabah işle ilgili bir konuyu görüşmüştük. Bilgin Özsun Bursa’da oturmuyordu.
‹stanbul’dan gelip gidiyordu. Dolayısıyla ben misafir etmiştim. Boksör’e götürdüm. O sırada
Boksör’ün ilk dükkanı ufacık bir yerdi. Yemek yerken, Bilgin birisine,’merhaba’ dedi. Ayağa
kalktı, birbirlerine sarıldılar. Ben tanımıyordum Bilgin’in konuştuğu kişiyi… Ondan sonra bir
araya geldik. Bilgin, ‘Bu Birol Öngör. Ankara Kolej’de basketbolcu’ dedi. Birol, Gemlik Gübre
Tesisleri’nde şantiye şefliği yapıyormuş. Karısıyla birlikte Boksör’e balık yemeğe gelmişler…
Ben eski bir basketbolcu görünce sevindim. Gerçi tanımıyordum kendisini. Çünkü aramızda
yaş farkı var. Ben çok erken bırakmıştım basketbolu. Birol Öngör’e,
‘gel beraber basketbol
oynayalım’
dedim. Önerimi memnuniyetle karşıladı. Birbirimizin adreslerini, telefonları aldık.